Küçük Ağa Kitap Özeti ve Konusu
İçindekiler
Küçük Ağa kitabı, Tarık Buğra tarafından yazılan ve Milli Mücadele temasını ele alan bir romandır. Küçük Ağa kitap özeti, Kurtuluş Savaşı döneminde Kuvayı Milliye ekibine katılıp katılmama konusunda karar vermek zorunda olan bir halkı anlatır. Romanda dönemin tarihi, sosyolojik yapısından izler görülür.
Küçük Ağa romanını kısaca özetlemek gerekirse kitap, I. Dünya Savaşı’nda tek kolunu kaybeden Çolak Salih’in Konya’nın Akşehir ilçesindeki bir köyüne gelmesi ve buradaki halk ile Kurtuluş Savaşı’nda mücadele vermesini anlatır. Kitabın ana karakterlerinden Mehmet Reşit Efendi ise başta Kuvvacılar’a karşı gelir ancak sonradan onların arasına katılmanın önemini fark eder. Bağımsızlık, vatan sevgisi, Milli Mücadele gibi temaları ele alan Küçük Ağa kitabının detaylı özetini yazının devamında okuyabilirsiniz.
Küçük Ağa Kitabının Özeti
Küçük Ağa romanının başlangıç kısmındaki ana karakterimiz Çolak Salih'tir. Salih, I. Dünya Savaşı yıllarında cephede bir kolunu kaybettiği için "çolak" olarak anılır. Üç yıl boyunca savaşan Salih, sonunda Konya-Akşehir treniyle memleketine geri döner. Ancak kaybettiği kolunun eksikliğiyle ruhsal bir çöküntü içindedir. Tren istasyonunda mola verdiği sırada çocukluk arkadaşı olan Niko’yu görür.
Niko, Rum bir ailenin çocuğudur ve başlangıçta Salih'in yakın çevresi tarafından dışlanır. Ancak zamanla Niko'yu tanıdıkça onu kabullenirler. Çocukluk yıllarında Salih demircilikle uğraşırken Niko ise giyim işleriyle ilgilenir.
İstasyonda karşılaştıkları andan itibaren Niko, Salih'e son derece iyi davranır. Onu doyurur, giyim ihtiyaçlarını karşılar ve hatta faytonla evine kadar götürür. Salih eve vardığında annesi Fatma Hanım ile karşılaşır ve aralarındaki özlem duygusuyla birbirlerine sarılırlar. Ancak Fatma Hanım, Salih'in kolunun eksikliğini fark eder ve bu durum karşısında üzüntü içinde kalır. Bir süre hasret giderdikten sonra eşinin ve büyük oğlunun cephede şehit düşmesi, üç kızının evlenip ayrılması ve küçük oğlunun çolak kalması nedeniyle ruhsal bir çöküntü yaşar. Bu üzüntüden sonra eski haline dönemez ve köy halkı ona "Deli Fadik" diye hitap etmeye başlar.
Salih, endişeli bir ruh hali içinde yakın çevresinin tepkilerine nasıl karşılık vereceğini bilemez. Tek kolunun olmaması, bu durumu daha da zorlaştırmaktadır. Niko’nun samimi davranışları ise Salih’in kafasını karıştırmaktadır. Arkadaşı, ona evinin bahçesini satıp bir iş kurmasını önermektedir. Salih ise hem evinin bahçesini satmayı istemekte hem de Niko’nun bu önerisinin gerçekten samimi olup olmadığı konusunda şüphe taşımaktadır.
Köyde hasret gidermek için köy kahvesine giden Salih, sima olarak hatırladığı ancak ismini unuttuğu insanlarla karşılaşır. Fakat köy halkının Niko ile arkadaşlığından dolayı Salih’i dışlaması, onu iyice üzmektedir. Köy halkının bu davranışını anlayamayan Salih, çok sinirlenir.
Akşam saatlerinde bir meyhanede yemek yiyip eğlenen Salih, Niko ve Niko’nun babası ile şarkılar söyleyip halay çeker. Salih, alkolün de etkisiyle iyice sarhoş olurken köy halkının söyledikleri aklından çıkmaz. Sonunda kendisinin bile neden ağladığını bilmediği bir şekilde gözyaşlarına boğulur.
Akşehir sakinleri arasında iyi eğitimli, sözleriyle itibar kazanmış, genç ve güvenilir bir İstanbullu olan Mehmet Reşit Efendi'nin yakında ziyaret edeceği söylentileri dolaşmaya başlar. Aynı dönemde doktor olarak atanan Haydar Bey de Akşehir'e gelmiştir. Salih, Haydar Bey ile aynı cephede savaşmış ve çelimsiz bir yüzü ve kapalı bir kişiliği olan bir adamdır. Ancak Salih'in Akşehir'de kalma süresi oldukça kısadır.
Çolak Salih, kendini içkiye ve Rum Niko'ya kaptırır ve her gece meyhanede içki içer. Köylüler onu böyle görünce selam bile vermek istemezler ve ondan uzak dururlar. Salih, evinin bahçesini satarak bir kahve dükkanı açar. Ancak çırak bulamadığı için işi yürütemez. Salih, bir kolunun eksikliği nedeniyle iş bulamayacağını düşünür.
Kısa bir süre sonra İstanbullu Hoca Emine adında bir kadınla evlenir. Düğünleri oldukça görkemlidir ve Akşehir halkı bu düğünü bir süre konuşur. Ancak kısa sürede düğün unutulur. Akşehir'de eşkıyalar ve çapulcular yolları kesip haraç toplamaktadır ve köylüler bu durumdan oldukça tedirgindir. Eşkıyalar, haraç vermek istemeyenleri başka yollarla cezalandırmaktadır. Bu eşkıyalar, Türk milletine karşı ayaklanan gruplardan biridir.
Salih, meyhanede alışıldığı gibi içki içerken bir gün Niko'nun babasının meyhanesinin önünden geçer. İçerisi karanlık olmasına rağmen rahip ve Niko'nun konuşmalarını duyar. Konuşmaları dinleyen Salih, Karadeniz'de bir Pontus Rum Devleti kurma fikrinden bahsedildiğini öğrenir. Niko ve takipçileri, bir ayaklanma çıkarmak istemektedir. Salih, Niko'nun gerçek yüzünü ve hedeflerini anladığında kafasında bir değişiklik yaşar.
Bir cuma günü İstanbullu Hoca, camide büyük bir topluluğa vaaz vermektedir. Salih ve Doktor Haydar Bey de dinleyenler arasındadır. Hoca, birlik ve beraberlik mesajları vererek Kuvayı Milliye, eşkıya ve çapulculardan bahseder. Bu konuşmalar, doktor ve cemaati derinden etkiler.
Salih, hayatında bir değişiklik yapmak istediğine karar verir ve önce içkiyi bırakır. Kahvehanesini satarak Rumlarla olan ilişkisini keser. Kuvayı Milliye birliğine katılmak için her gün Akşehir'in boş arazilerinde akış talimleri yapmaya başlar ve kendisini her gün geliştirir.
Bir akşamüzeri Kuvayı Milliye birliğinin üyelerinden biri olan doktorun evine doğru yol alır. Birlik, burada toplanmaktadır. Salih, Rum meyhanesinde duyduklarını doktor ve arkadaşlarıyla paylaşır. Tam o sırada dışarıdan bir haberci gelir ve zaptiyelerin doktoru aradığını haber verir. İstanbullu Hoca, Doktor Bey'in Kuvayı Milliye üyesi olduğunu bildiği için ihbar etmiştir. Ancak Hoca, Kuvayı Milliye'nin amacını bilmediği için yanlış bir karar vermiştir. Çünkü Kuvayı Milliye, ülkeyi çapulculardan ve eşkıyalardan korumak için kurulan bir birliktir.
Doktor Bey, İstanbullu Hoca ile konuşmaya karar verir ve bunun için hocanın evine gider. Hocaya Kuvayı Milliye'nin amacını ve düşman olmadıklarını anlatır. Yanlarında olan herkesin bile bu amaç doğrultusunda hareket ettiğini ve gerekirse zor yoluyla bile hedeflerine ulaşacaklarını söyler. Ancak Hoca'yı ikna edemez. Doktor Bey, evden ayrıldıktan sonra Hoca'nın aklı karışmıştır. Doktor Bey'in sözlerinden etkilenmiştir. Bir yandan da baba olacağını düşünerek sevinmektedir. Eşi Emine hamiledir.
Kuvayı Milliye birlikleri, bir araya gelerek bir topluluk oluşturur. Toplantı, Ağır Ceza Reisi Mehmet Bey'in evinde yapılır ve bir ordu oluşturulur.
Köyün önde gelenleri, Kuvayı Milliye Ordusu'na destek verip vermemeyi tartışmak üzere bir evde toplanırlar. Kalabalık, Kuvayı Milliyeciler ve İstanbullu Hoca'ya destek verenler olarak kendi içinde ikiye ayrılır. Ali Emmi ile arkadaşı, Kuvayı Milliye güçlerini desteklemekteyken Yunus Bey ve arkadaşları kararsız kalmıştır. Hoca Efendi ise Kuvayı Milliye güçlerinin çapulculuk ve eşkıyalık yaptığını söyleyerek tartışmayı iyice içinden çıkılmaz bir hale getirir.
Gece ilerledikçe Ağır Ceza Reisi Mehmet Bey de tartışmaya dahil olur ve açıkça Kuvayı Milliye ordusuna destek verdiğini belirtir. Bu açıklama, Hoca Efendi'nin taraftarlarının düşüncelerini değiştirir. Tartışmanın sonunda, Kuvayı Milliye'ye destek kararı alınır ve herkes birlikte çalışarak Kurtuluş mücadelesine katkıda bulunmaya karar verir.
Salih, Akşehir'de bulunan Ali Emmi'ye Kuvayı Milliye toplantısının nasıl geçtiğini sormak ister. Ali Emmi ise Kuvayı Milliye'yi desteklemek için çalışmaların başladığını anlatır. Salih, öğrendiklerini Ortaköy'deki Kuvayı Milliye karargâhına anlatmak için yola koyulur. Karargâhın savaşa hazırlandığını görür ve haberi Doktor Bey'e iletir. Doktor Bey, bu haberi duyunca çok sevinir. Salih, haber vermek için Konya'ya gitmeden önce tekrar Akşehir'e döner. Ancak Salih ayrıldıktan kısa bir süre sonra Konya'da bir isyan çıkar. İsyanı bastırmak için Kuvayı Milliye görevlendirilir ve Doktor Bey tedirgin olur. Daha önce analarının dizi dibinde oturan gençler, şimdi savaş meydanlarında mücadele edecektir ve birçoğu silah kullanmayı yeni öğrenmiştir.
Bu sırada İstanbullu Hoca ise Kuvayı Milliye birliğinin kurulduğunu ve isyanların bastırılması için Konya'ya gidildiğini öğrenir. Daha sonra köyde eşkıya Çakırsaraylı haydudunun baskın yapacağı söylentisi yayılır. Herkes, Hoca'nın bu eşkıyayı çağırdığını düşünür ancak Hoca böyle bir şey yapmamıştır. Ali Emmi ve diğer köylüler bir köy evinde toplanır ve Çakırsaraylı hayduduyla ilgili konuşurlar. Kuvayı Milliye birliklerine haber verilmesi ve Hoca ile konuşulması kararı alınır.
Köy halkı, Kuvayı Milliye birliklerinden yardım talep etmek için Salih Afyon’a, Hacı Bey ise Konya’ya gönderilir. O sırada hava yağmurlu ve karanlıktır. İstanbullu Hoca camide namaz kıldırırken diğer köy halkı da İstanbullu Hoca ile görüşmek üzere camiye gider.
Namazın ardından Reis Bey, Hoca ile konuşmak istediklerini söyler. Reis Bey, Çakırsaraylı haydudunun baskın yapacağından endişe ettiklerini ve yardım istediklerini açıklar. İstanbullu Hoca ise çok sinirlenir ve üzülür. Bu tür bir iftiranın atılması ve köy halkının da buna inanması Hoca’yı çok üzücü bulur. Kendisine iftira atıldığını köy halkına söyleyemez ancak baskının önlenmesi için yardım edeceğini ve Çakırsaraylı hayduda mektup yazacağını söyler. Hoca'nın bu davranışının sebebi ileride anlaşılacaktır. Diğer köy halkı ise İstanbullu Hoca'nın desteği ile umutlu bir şekilde evlerine döner.
Reis Bey, mektubu köy halkından biri olan Reis Bey'in elinden alarak Çakırsaraylı hayduduyla iletişim kurmak için yola koyulur. Haydudun kaldığı yere vardığında onunla konuşmak istediğini söyler. Reis Bey, Akşehir'in işgal edilmesini istemediğini ve eğer işgal edilirse kan döküleceğini, Kuvayı Milliye birliklerinin Akşehir'de olduğunu ve haydudun da katılması gerektiğini anlatır. Haydudun kafasında olumlu düşünceler uyandırsa da işgal fikrinden vazgeçmez.
Akşam olduğunda yemekler hazırlanır ve yatma vakti yaklaşır. Reis Bey yatağında uyurken Hoca'nın mektubunu vermediği için pişmanlık duymaya başlar. Sabah olunca mektubu vermeye karar verir ve kahvaltıda hayduda teslim eder. Ancak mektubu verirken haydudun hoşuna gitmeyecek şeyler söyler ve haydut çok sinirlenip Reis Bey'in gitmesini ister.
Reis Bey, Akşehir'e geri döner. Kısa bir süre sonra haydudun emrindeki bir grup insan, Reis Bey'in yanına gelir. Reis Bey'in söylediklerinden çok etkilenmişlerdi ve Kuvayı Milliye'ye katılmak istediklerini Reis Bey'e anlatırlar. Reis Bey bu haberi duyduğunda çok sevinir ve bu grup, haydudun işgaline karşı Akşehir'e gruplar halinde dağılır.
Hava artık soğumaya başlamıştır ve Çakırsaraylı'nın ordusu, Kuvvacılar tarafından dağıtılmaya başlamıştır. Bir Cuma günü, Hoca Efendi camide vaaz vermeden önce Doktor Bey ve yüzbaşı ile konuşur. Ancak Yüzbaşı, davayı korumak adına Hoca Efendi'nin taviz vermemesi halinde canilerle karşı karşıya kalacağını ima ederek ölümle tehdit eder. Hoca Efendi, bu tehdide aldırış etmez ve camide vaaz vermeye başlar.
Hoca Efendi, Kuvvacıların Bolşeviklerle bir antlaşma yaptığını ve bu yüzden Kuvayı Milliye birliklerine karşı olduğunu cemaate anlatır. Bu açıklamalar, Kuvvacıların şaşkınlığını arttırırken Reis Bey iftira atıldığını belirterek durumu biraz olsun yumuşatmaya çalışır. Ancak Hoca Efendi, kendi düşüncelerinde ısrarcıdır.
Fuat Paşa, Kuvayı Milliye taraftarı olarak İstanbullu Hoca'nın öldürülmesi için Kuvvacılara talimat verir. Doktor, Nazım ve Hamdi yüzbaşılar bu emri alırlar ve çok üzülürler. Ancak bir çözüm yolu bulamazlar. Vur emrini uygulamak için üçünden birinin görevlendirilmesine karar verilir ve sonunda yüzbaşı Hamdi'nin hocayı vurması kararlaştırılır. Bir yandan İstanbullu Hoca'nın bebeğinin doğması için zaman daralmaya başlamıştır.
Hazırlıklar tamamlanır, İstanbullu Hoca'nın vurulması için planlar yapılır ve kaçma ihtimaline karşı yollar tutulur. Ancak Kuvvacılar kendi yandaşlarını ürkütmek istemedikleri için tedbirli davranırlar. Fakat her şey hazır olduğunda İstanbullu Hoca ortada yoktur. Sonunda Ali Emmi'nin evinde olduğu öğrenilir. Ama evde sadece Salih ve Doktor Bey vardır. Salih, annesini ziyarete giderken bir grupla çatışmış ve yaralanmıştır. Doktor Bey ise ona bakar ve iyileşeceğini söyler. Kuvvacılar, Hoca'nın nasıl haber aldığını düşünürken muhtarın onu uyarıp kaçması için yardım etmiş olabileceğini fark ederler. Nitekim Muhtar Efendi, Hoca'nın vurulması için yapılan planları gizlice kapı aralığından duymuştur.
İstanbullu Hoca, karışık duygular içindedir. Eşi Emine'den ve doğmamış çocuğundan ayrılmak ona zor gelir. Ancak muhtar ve Kel Hacı'nın yardımıyla Çakırsaraylı hayduduyla tanışır ve ona sığınır. Haydut, Hoca'ya çok değer vermektedir ve her dediğini yapmaya hazırdır. Kısa sürede onu halkla tanıştırır ve ona Küçük Ağa denmeye başlanır.
Günler geçer ve Küçük Ağa, haydut adam Recep'in baskısıyla silah kullanmayı ve at binmeyi öğrenir. Kendini korumak için bunları öğrenmek zorunda kalmıştır. Zaman geçtikçe Emine, bebeğine duyduğu özlemle mücadele etmek zorunda kalır. Bu sırada Küçük Ağa, Akşehir'den bir haber alır. Oğlu olduğu ve Mehmet adı verildiği, eşinin de iyi olduğu söylenir. Bu haber, Küçük Ağa'yı çok mutlu eder ve onları görmek için sabırsızlanır. Ancak Kuvvacılar her yerde onu aramaktadır ve bu nedenle ziyareti gerçekleştiremez.
Kuvvacılardan Fuat Paşa, Küçük Ağa'nın Çakırsaraylı tarafından korunduğunu öğrenir ve Çakırsaraylı ve Küçük Ağa'yı ele geçirmek için harekete geçer. Sabahın erken saatlerinde, haydutun evi kuşatılır ve büyük bir çatışma yaşanır. Haydut ve adamları öldürülür, ancak Hoca hiçbir yerde bulunamaz. Kuvvacılar Küçük Ağa'yı ikinci kez ele geçirir.
Kuvvacılar Küçük Ağa'yı arar ancak bu sırada Akşehir'de olaylar karışmaya başlar. Hoca yanlısı bir müftü olan Mustafa, Kuvvacılara karşı seferberlik başlatarak Komiteci Pehlivan adındaki bir maceracıyı teşvik eder ve bir çete kurar. Bu çete, başarılı bir şekilde Emmi ve Reis Bey’i hapse atar ancak Kuvvacılar kısa sürede Pehlivan ve Müftü'yü yakalar. Bu isimler, vatanlarına ihanet suçundan halkın kurduğu mahkeme tarafından idam edilir. Emmi ve Reis Bey kurtarılır ve böylece çete yıkılır.
Köydeki idamlardan sonra kuvvacılar hala köyde kalır ve Çolak Salih hızlı bir şekilde iyileşir. Ama Hoca Efendi'nin nerede olduğuna dair hiçbir haber yoktur. Kuvvacıların konuşmalarını duyan Salih, kendisine Hoca Efendi'yi bulma görevinin verilmesini ister. Salih, büyük işler başardığı için Kuvvacılar da onun bu önerisini kabul eder.
Ankara'da Meclis-i Mebusan açıldığında Akşehir'i temsil etmek üzere Hacı Yusuf görevlendirilir. Salih ve Küçük Ağa, Tevfik Bey ve diğer Çerkez kardeşlerinin çetesine katılmak için yola çıkarlar. Bu çete, Etem, Tevfik ve Reşit Beylerden oluşur ve zararlı çeteleri yok etmek için çalışırlar. Salih ve Hoca Efendi de çeteye katılmak istediklerini söyler ve Tevfik Bey özellikle Küçük Ağa'nın konuşmalarından etkilenir. Sonunda çetenin silah arkadaşlarıyla tanıştırılırlar ve Küçük Ağa bir grubun başına getirilir.
Küçük Ağa ve Salih, çetedeki düzeni zamanla öğrenirler. Tevfik Bey, Küçük Ağa ve Salih'e yardımcı olmak için Halil Bey'i görevlendirir. Halil Bey, Salih'in iyi bir silah kullandığını öğrenir ve bir vuruşma yapılır. Salih kazanır ama tartışma çıkar. Bu nedenle Tevfik Bey, Salih ve Halil Bey'i ayrı gruplarda görevlendirir.
Küçük Ağa ve Salih birbirlerinden ayrılmıştır ve uzun bir zaman geçmesine rağmen Küçük Ağa, çete tarafından dışlanmaktadır. İçinde bazı şüpheler vardır ve hala bir yakınlık oluşturulamamıştır. Tevfik Bey, İstanbullu Hoca'nın aslında Küçük Ağa olduğunu öğrenir. Küçük Ağa, çeteden ayrılmak istese de Tevfik Bey, bu fikri kabul etmez. Bunun yerine Küçük Ağa'ya kendi birliğini kurmasını söyler. Küçük Ağa, bu birlikle büyük başarılar elde eder ve ünü Ankara'ya kadar ulaşır.
Garp cephesi tam bir cephe olma yolundadır ve görünüşte işler iyi gitmektedir. Birlik, beraberlik ve güven ortamı vardır. Ancak Yunanlılarla yapılan savaşta yenilgi yaşanmasıyla güven sarsılır. İsmet Paşa, cephenin başına Tevfik Bey'i getirmek istediğinde Etem Bey rahatsız olur çünkü Tevfik Bey'in emir altına girmek istemediğini bilir. Tevfik Bey, yıllardır emir veren taraf olduğu için emir altına girmek istemez. Ayrıca Kuvayı Milliye gruplarının asker olmadığını savunur ve cephede ölüme gitmek istemez. Küçük Ağa, birlik beraberlik mesajları verir ve düşmanı yurttan atmak için tek bir ordu kurulması gerektiğinden söz eder. Ancak Tevfik Bey'in düşüncelerini değiştirmez.
Tevfik Bey, İsmet Paşa'yı devirmek için orduya saldırmayı düşünür. Küçük Ağa ise bir takım planlar yapıldığını, niyetlerinin orduya savaş açmak ve kendisini öldürmek olduğunu öğrenir. İlk iş olarak yanındaki birlikten bir grup oluşturur ve Pehlivan ile Topal İsmail'i öldürür. Bu grubu Ökkeş Ağa'nın yanına gönderir ve kendisi Tevfik Bey'in yanında kalır. Ancak kısa sürede Pehlivan ve Topal'ın öldürüldüğü haberi duyulur. Tevfik Bey, artık düşmanlardan daha tehlikeli hale gelmiştir.
Salih Küçük Ağa, eşi Emine'den haber almak ve Reis Bey'e ulaştırmak için Akşehir'e gitmek zorunda kalır. Köy halkıyla kısa bir süre sohbet ettikten sonra Ali Emmi'nin hastalığına çok üzülür. Daha sonra Reis Bey, Hacı Bey'i ziyaret etmek için yola çıkmak ister. Ancak önce annesinin yanına gitmeyi uygun görür ve hasret giderir. İkindi vaktinde Ali Emmi'yi ziyaret ettiğinde Tevfik Bey ve çetesinin Türk ordusuna saldırı planlarından bahseder. Daha sonra İstanbullu Hoca'nın ölmediğini, hayatta olduğunu ve başından geçenleri anlatır. Diğerleri endişelidir. Emine başkasıyla evlenmiştir ve Salih, bunu Küçük Ağa'ya nasıl söyleyeceğini düşünür.
Salih, haber aldıktan sonra ertesi gün Akşehir'den ayrılır ve ancak öğrendiklerini Küçük Ağa'ya asla söyleyemeyeceğini düşünür. Salih'in ayrılmasından kısa bir süre sonra Ali Emmi'nin durumu kötüleşir. Küçük Hacı, Reis Bey ve Ermeni Doktor Minas onu ziyaret eder. Doktor Bey, durumunun kötü olduğunu söyler ve Ali Emmi düşmanı yurttan atmadan ölmek istemediğini belirtir. Reis Bey, Doktor Minas ve Küçük Hacı, kısa süre sonra Ali Emmi'nin yanından ayrılırlar.
Zaman geçtikçe Ali Emmi'nin durumu daha da kötüleşir. Küçük Hacı, başında Kur'an okurken Ali Emmi son nefesini verir. Ali Emmi'nin cenazesine, Kuvva'ya karşı olanlar bile katılır.
Etem Bey, merakını gidermek ve güncel durum hakkında bilgi sahibi olmak için kardeşi Tevfik Bey'i ziyaret eder. Tevfik Bey, Etem Bey'e olanları anlatır ve aynı zamanda Küçük Ağa'nın başarılarından ve bilgeliğinden bahseder. Ancak Etem Bey, Küçük Ağa'nın gelmesiyle her şeyin başladığından şüphelenir.
Bir yürüyüş eylemi başlatılmıştır ve diğer çeteler de bundan haberdardır. Etem Bey, yurdu kurtaranın kendisi ve çetesi olduğuna inanmaktadır ancak yanılır. Demirci Efe çetesi ve diğer çeteler ordu tarafından yakalanır.
Etem Bey, bu durumun üzerine çete içindeki tüm ağaları bir araya getirerek toplantı yapmak istediğini söyler. Toplantıda çetenin amacı hatırlatılır ve orduya saldırı planları hakkında konuşulur. Etem Bey, düşmanı yurdundan kendisinin attığını bir kez daha vurgular ve ağalardan destek ister. Karar ne olursa olsun herkesin serbest olduğuna vurgu yapar.
Küçük Ağa, ağaların Türk ordusuna katılmasını önerir ancak kararın iyi düşünülüp öyle verilmesi gerektiğine dikkat çeker. Ağalar ise kendi aralarında toplanarak Etem Bey ve çetesine destek olmayanları vuracaklarını kararlaştırırlar. Küçük Ağa'yı gözetlemek için bir gözcü tayin edilir.
Etem Bey, Küçük Ağa'yı yanına çağırır ve ona desteğini sorar. Küçük Ağa, davada yanında olduğunu söyler. Etem Bey, bu durumdan memnun olur ama asıl amacı, Kütahya'daki Kuvvacılara haber göndermektir. Etem Bey, Kütahya'ya saldırı emrini verir ancak beklenen sonuç elde edilemez. Daha önce Kuvvacılara haber gönderen Küçük Ağa, çeteye büyük kayıplar verdirir ve çoğu Kuvvacıya katılır. Yunanlılara sığınan Etem Bey ile çıkarma sona erer ve Kuvvacıların başarısında İzzettin Bey'in önemli rolü vardır.
Başarının ardından Küçük Ağa, Yüzbaşı Nazım'dan yardım alarak Doktor Bey'in yanına gitmek için Ankara'nın yolunu tutar. Doktor Bey'e Salih'i aradığını ancak haber alamadığını söyler. Ayrıca Küçük Ağa'nın İstanbullu Hoca olarak tanınma korkusu vardır. Kimse onu tanımamıştır veya o öyle düşünmektedir. Kısa bir konuşmadan sonra istasyondaki odasına geri döner.
Bir gün, Küçük Ağa kendini Akşehir'de bulur. Burası Garp Cephesi'nin karargâhıdır ve heyecanını içinde tutamaz. Bir gün arkadaşı ile eski evinin yanından geçerken Emine ve oğlu Mehmet aklına gelir. Ne olmuştur acaba onlara? Bu soruyu cevaplamak için çok zaman geçmez ve Emine'nin Çakırlı Hasan ile evlendiğini öğrenir. Bundan sonra Küçük Ağa, neredeyse her gün Hasan'ın evinin önünden geçmeye başlar. Mehmet'le karşılaştığında ise duygusal bir patlama yaşar. Yıllar sonra oğlunu ilk kez görür ve birlikte hatıra fotoğrafları çektirirler. Şekerler ve türlü türlü yiyecekler alırken Emine ağır bir hastalığa yakalanır. Küçük Ağa, Emine'yi bir kez daha kaybetmeden önce ona kavuşamaz. Emine ölür ve Mehmet'in bakımı artık Küçük Ağa'nın sorumluluğunda kalır. Küçük Ağa, Ankara'ya döner ve Kurtuluş Savaşı yıllarında bir kaplan gibi savaşır.
Küçük Ağa Romanının Yazarı Tarık Buğra Hakkında Kısaca Bilgi
Küçük Ağa romanının yazarı Süleyman Tarık Buğra, 2 Eylül 1918 tarihinde Konya'nın Akşehir ilçesinde dünyaya gelmiştir. 1991 yılında devlet sanatçısı unvanını almaya hak kazanan yazar, çok yönlü bir kişiliğe sahiptir. Ancak özellikle edebiyat dünyasında öne çıkan Tarık Buğra, romanlarıyla bilinir.
Belirli bir edebi akıma dahil edilemeyen yazar, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önemli isimlerinden biridir. Oyun, hikaye ve fıkra yazarlığı da yapan Tarık Buğra’nın en popüler eserleri arasında Osmancık, Küçük Ağa, Firavun İmanı, Gençliğim Eyvah yer almaktadır. Roman yazarlığının yanı sıra gazetecilik de yapan Tarık Buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde yaşamını yitirmiştir.
Küçük Ağa Kitabının Kısa Özeti
Küçük Ağa kitabının kısa özeti aşağıdaki gibidir.
I. Dünya Savaşı'nın ardından Anadolu toprakları yabancı güçler tarafından işgal edilmiştir ve Osmanlı yönetimi, otoritesini ve gücünü yitirerek kontrolü kaybetmiştir. Böyle bir atmosferde Türk halkı, vatanını korumak için Kuvayı Milliye hareketini başlatmıştır.
Mehmet Reşit Efendi, 1918 yılında İstanbul'daki Fatih medresesinde öğrenciyken coşkulu vaazlarıyla ün kazanmıştır, 1919'da ise Akşehir'e gönderilmiştir. Halk arasında "İstanbullu Hoca" olarak tanınmıştır ve bir süre sonra Emine ile evlenir. Bu sırada Yunanlılar Anadolu'yu işgal etmek için harekete geçmiştir. "İstanbullu Hoca", Kuvayı Milliye’yi destekleyenlerin ve liderleri Haydar Bey'in karşısında durmuştur, Kuvayı Milliyecileri vatana ihanetle suçlayıp Padişah'ın desteklenmesi gerektiğini savunmuştur.
Ankara'da "İstanbullu Hoca" için "vur emri" çıkarılmıştır ve Hoca kaçmak zorunda kalır. Çakırsaraylı çetesine sığınır ve burada "Küçük Ağa" ismini alır. Kuvayı Milliyeciler çeteyi kıstırır ancak Küçük Ağa canını kurtararak Çerkez Ethem'in ortanca kardeşi olan Tevfik Bey'in çetesine katılır. Burada bir müfrezenin başına geçer. Fakat Küçük Ağa artık sorgulamaya başlar ve bazen doğru yolda olup olmadığını düşünür.
I. Dünya Savaşı'nda Arap Yarımadası'nda savaşan ve bu yüzden tek kolunu kaybeden Çolak Salih ise Hoca'yı yakalama görevini üstlenir. Çolak Salih, Hoca'yı bulup onunla konuşur. Bir zaman sonra Hoca, Kuvayı Milliye güçlerine hak verir ve Çolak Salih'in de etkisiyle tarafını değiştirir. Hoca, artık Kuvayı Milliyeci olmuştur.
Kuvayı Milliye güçlerine katılan Hoca, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında önemli rol üstlenir ve bir çarpışmada sağ kolundan yaralanır. Hilafet yanlısı olan Küçük Ağa, artık ülkesi için Kuvayı Milliye hareketine destek vermektedir.
Küçük Ağa Kitabının Konusu Nedir?
Küçük Ağa kitabının konusu, Kurtuluş Savaşı’nın gerçekleştiği bir dönemde Konya’nın Akşehir ilçesine bağlı bir köyde yaşayan insanların Kuvayı Milliye grubuna katılmasını, ülkelerini kurtarmak için savaşmasını anlatır. Ancak bu, o kadar kolay olmayacaktır. İsyanlar, çetelerin mücadeleleri, anti Kuvayı Milliyecilerin eylemleri Milli Mücadele’yi baltalayacaktır. Ancak sonunda Kuvvacılar’a karşı gelenler de bu gruplara katılıp ülkesi için savaşacaktır.
Küçük Ağa romanı, kısaca Osmanlı Devleti’nin çöküşe geçtiği bir dönemde Anadolu’nun işgal güçlerinden arındırılması için verilen mücadeleyi anlatır. Türkiye’nin kuruluş öyküsünü oldukça etkileyici bir şekilde anlatan, yer yer kurmaca yer yer gerçek karakterlerden (Çerkez Ethem) bahsederek Milli Mücadele dönemine ışık tutuyor.
Küçük Ağa Romanının Arka Kapak Bilgisi
Küçük Ağa, Kurtuluş Savaşı’nda henüz bilinmeyen bir grup olan Kuvvacı/Millici'lerin açtığı savaşa katılma kararı veren insanların içinde bulunduğu bir durumu anlatır. Taşra halkı yüzyıllardır sadece "halife-i ruyi zemin" veya padişahın sancağı altında savaşacaklarına inanmışlardı. Ancak işgal haberleri yayılmaya başladığında ve halife-padişah çağrısı yapılmadığında insanlar kendileri ve kaderleri hakkında karar vermek zorunda kaldılar.
Tarık Buğra'nın Küçük Ağa romanı, destanlara konu olabilecek bir konuyu ele alırken gerçekliği yansıtan bir romandır. İttihatçılar veya Kuvvacılar değil, inanç ve geleneklerine dayanarak kendileri ve gelecekleri için karar veren bir grup insanın kahramanlığını anlatır. Bu roman, günümüzde de güncelliğini koruyan bir öyküdür ve tekrar okunması sorunları ve zorlukları yeniden düşünmek için bir fırsat sunar.
Kategoriler
Son Yazılar
En Çok İşe Yarayan Sertifikalar
21 Ağustos 2023
11 Maddede Etkili Sunum Teknikleri
14 Ağustos 2023
Risk Analizi Nedir?
13 Ağustos 2023